30 Ekim 2011 Pazar

Serzenişte

Şimdi aslında ben, bu kadar acı toplumsal olayların üzerine, kelimenin tam anlamıyla 'kendi küçük burjuva problemlerimi' yazmaya utanıyorum!

Ama ortada bir gerçek var ki;ben çok keyifsizim.Hem de haftalardır..
Ne içimden bir şey yapmak geliyor ne de zaten yapacak bir şey var.
İzmir çok ölü,çok boş..
Dört yıldır aynı yerlere gitmek, aynı şeyleri yapmak ve hep aynı insanlarla aynı muhabbetler içinde olmaktan çok sıkıldım.Kısır bir döngünün içindeyim.

Hiç bir yere gitmek de içimden gelmiyor artık,hep aynı yerleri görecek olduktan sonra..
Zaten ulaşımın İzmir'de genel bir problem olduğunu bilen bilir.Evimden çıkıp bir yere gitmeye kalkıyorum en az yarım saat otobüs (otobüs çoğu yer için tek araç) bekliyorum üstüne de yine en az 1 saat yol gidiyorum ayakta,sıkış tepiş..E sonra gideceğim yere vardığımda zaten hışırım çıkmış oluyor bir de bunun dönüşü var ki dönüşler çok daha felaket her zaman..Hal böyle olunca evde oturayım daha iyi diyorum,en azından boş yere yorulmamış olurum..

Bu haftasonu için yapacak bir işim de planım da yoktu.Bari dedim güzel bir oyun varsa tiyatroya gideyim ya da sergi varsa gezeyim;hani en azından sanatla mutlu edeyim kendimi..Ama yok o da yok!Küçücük küçücük sergi salonlarında sergilenen üç beş parça,milyonuncu tekrarını oynayan ve benim toplamda iki kez seyrettiğim oyun vs vs bunlardan ibaret bir kültür sanat yaşamı var..

Beni mutlu etmedi İzmir bunu en başından beri biliyorum ama zaman içinde alıştım.Bir şehir gördüm yaşadım işte diyorum.Kendimi iyi hissettiğim zamanlar olmadı mı;elbette oldu.Burda yaşadıklarımı hiçbir zaman tek kalemde çizip atamam ama hep bir yanım eksik kaldı burda.En tam olduğumu hissettiğimde bile içten içe kalbimin derin bir yerini oyan eksiklik hissi..

Gittiğim zaman özler miyim;muhakkak ki özleyeceğim..
Bir kordon havası alsaydım diyeceğim mesela gittiğim o yerde çok daraldığımda ya da bir akşam üstü canım kahve istediğinde kızlarağasına gidip kahve içmeyi özleyeceğim,sağanak yağmur altında kaldığımda 'aynı İzmir gibi' diye söyleneceğim belki ama şu an...Yetmiyor bana İzmir;hiç yetmedi ki..

23 Ekim 2011 Pazar

CANIM YANIYOR

Kocaman kocaman harflerle yazmak da,bağıra bağıra ağlamak da kar etmiyor, içimin acısını dindirmiyor.

Çocuk yüzlü masumlar toprağa düşüyor kahroluyoruz sonra aldığımız kan kokusu yetmiyor olacak ki 'intikam intikam intikam' diye insanlıktan çıkanları görüyoruz.
Ama ne yazık ki Facebook'tan vatan kurtarmak(!) dışında kimse sorunu SAHİPLENMİYOR,ÇÖZÜM HAKKINDA DÜŞÜNMÜYOR,HAREKETE GEÇMİYOR.

Vahşet, şiddet her zaman çok kolay çünkü; en ilkel duygu.Eyleme geçirmesi de en kolay dürtü.
Peki ya sonra!?
Bitiyor mu,çözülüyor mu,sona eriyor mu?

O çocukların ruhu huzur buluyor mu?

Daha hiçbir şey yaşamadan;belki aşık olmadan,belki sevdiğine kavuşamadan,elini bile tutamadan,belki hiç deniz görmeden,daha baba olmadan bu dünyadan çekip gitmek zorunda kalan o çocuk; sen hamaset yapınca,iki gün galeyana gelip asıp kesince,nefretten gözün dönünce,boğazındaki damarlar şişip, burnun kızarınca,ağzından kelime yerine zehir çıktıkça rahatlıyor mu? BEN NİYE ÖLDÜM? sorusunun cevabını verebiliyor mu kendine?

Ben;kızıyorum,üzülüyorum,ağlıyorum,canımdan can gidiyor,kahroluyorum ama vahşet çağrısında  bulunmuyorum!
Düşünüyorum
İrdeliyorum
Okuyorum
Araştıyor,anlamaya çalışıyorum.
'Nasıl çözülür?'ü döndürüyorum kafamda.
Vahşete vahşetle karşılık vermek daha büyüğünü getirir bunu biliyorum.
Faşizim çok ayıp bir şeydir bunu da biliyorum. 

Ve kan benim midemi bulandırıyor.

Ama asıl bende ipleri koparan ve biz ne zaman böyle olduk dedirten şey ne biliyor musunuz;önce bu sabah yine facebook'ta bir çok insanın gururla paylaştığı,göğsünü gere gere beğendiği fotoğraflar gözüme ilişti..Kan revan içinde ve parçalanmış yüzler,cesetler..Bir 'insan' ceset gördüğünde nasıl mutlu olabilir, dahası neden mutlu olur?Zafer mi bu?

Günün ilerleyen saatlerinde ise hepinizin bildiği üzere çok büyük bir afet yaşandı ülkemizde.Gecenin bu saati oldu henüz sistemli bir yardım ve kurtarma faaliyeti başlamış değil.Hava çok soğuk ve insanlar çaresiz..

Küçük bir kız çocuğu gördüm bir fotoğrafta,gözleri yüzünden büyük ve o büyük gözlerden taşan daha da büyük bir şok;gözlerinde,yüzünde..
Çocuğum,çocuklarım..Güzel kızlarım, güzel oğlanlarım..
Sarabilsem göğsüme,geçecek bu acı diyebilsem;kucağımda uyutsam,uyuyana kadar elini bırakmasam..
Sıcak evime alsam soğukta evsiz kalan bütün çocuklarımı..

Bu kadar büyük acıların üstüne insanların sosyal medyada yazdıkları söyledikleri yenilir yutulur mu?
Bir tek beni mi ağlatıyor bunlar,bir tek ben mi kahroluyorum..

Acının rengi olur mu?
Dili dini olur mu?

Faşizim çok ayıp bir şeydir çok...

20 Ekim 2011 Perşembe

kitaplarım/3

SERENAD-ZÜLFÜ LİVANELİ

'Sağlam ve iz bırakacak bir roman okumak istiyorum' diyorsanız Seranad derim gözüm kapalı! 

Zülfü Livaneli her zaman severek takip ettiğim bir isimdir.Bana göre gerçek bir aydın, gerçek bir sanatçıdır.Şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplarından çok zevk aldım ama Seranad bir adım öne geçti;açık ve net!

Üstelik Livaneli, röportajlarından birinde Serenad'ın da filmi olabilir demiş,dört gözle beklerim ben bu filmi!

İçinde sadece acı ya da sadece aşk yok bu kitabın;evet,çok büyük acı,çok büyük bir aşk var fakat bütün bunların yanında bütün sevimli ve sevimsiz yanlarıyla 'hayat' var.Yaşadığımız zamandan çok da evvel olmayan bir zamanda bu hikayenin pek çok benzeri ne yazık ki yaşanmış,insanlar neler yaşamış,dahası birbirlerine neler yaşatmış...

Arka Kapak

Roman okumak istiyorsanız…
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.

1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.

Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.

Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz dengesi.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Rain,Rain,Rain



Sevmedim ben bu günü hiç;
Sağanağını,soğuğunu,iliklerime kadar ıslanmayı ve yalnızlığımı bugün hiç sevmedim.
Bu şehri bugün terk etmek istedim.
İki günlük rüyamın sonuna uyanmayı sevmedim.
Yine aylarca yol gözleyecek, hasretten kavrulacak olmayı da..

Günler kısa, saatler az, zamanlar dar diye darıldım;tık

2 Ekim 2011 Pazar

Bunu Bekliyormuşum



Çok küçük de olsa aklımda bir şey varsa, 'şuna ihtiyacım var' 'şöyle bir şey olsa ' gibi, hemen edinmezsem, hemen yapmazsam günlük akış içinde kendiliğinden ertelenir de ertelenir,uzar da uzar...

Son zamanlarda böyle ertelediğim,anahtarlıktan cep telefonuna,ilişkilerdeki aşamalardan sosyal hayata kadar uzanan geniş yelpazedeki 'alınacaklar-yapılacaklar' bir bir kendiliğinden bana geliyor ve ben devamlı;
'BUNU BEKLİYORMUŞUM!' diyorum.

Gerçekten herşeyin bir zamanı var,maddi de olabilir manevi de;bu bir anahtarlık da olabilir özlenen hayali kurulan bir aşk ya da emek verilen başarı da.Diyorum ya HERŞEYİN!

Akademik teammülleri muhafaza etmek isteyen,ülkemizdeki üniversitelerin üniversite kültüründen bir haber olmasını eleştiren çok değerli ve çok sevdiğim bir hocam var;ilk sene ondan aldığım başlangıç dersi sayesinde meslek kültürü, meslek etiği ve sorumluluğu üzerinde bol bol düşünmemi, okumamı, araştırmamı sağlayan,alanımın ciddiyetini ve hata kaldırmazlığını en güzel tekniklerle benimseten, her bölümde en az bir tane olması gerek dediğim türden bir hoca.
Senenin ilk dersini o dersin ait olduğu kürsüyle birlikte yapar ve bunun her kürsüde uygulanması gereken akademik bir teammül olduğunu savunur.
Bu seneki açılış dersinde herşeyden önce bilmemiz ve hiç unutmamamız gereken altın niteliğinde cümleler barındıran bir konuşma yaptı:

'Hayatta tek şey karşılıksız kalmaz:EMEK,siz hayatın sizi ne zaman ödüllendireceğini bilemezsiniz,onun sizin için hazırladığı bir çizelge vardır.Çalışırsınız,çabalarsınız, çok çalışıp emeğinizi ortaya koyarsınız ama karşılığı,ödülü hemen gelmeyebilir.Hayat beş yıl sonra sizi ödüllendirecektir,onun planında bu vardır siz bilemezsiniz.2 yıl çalışıp beklersiniz olmaz, 4 yıl çalışıp beklersiniz olmaz,tam 5.inci yıla yaklaşırken karşılığını alamıyor, boşuna çalışıyorum der çalışmayı bırakırsınız oysa ki ödülü kazanmanıza çok az kalmıştır ama siz bunu kaçırmışsınızdır.

Hayatta sahip olmanız gereken değerler vardır,bunlar sizi 'İYİ' insan yapar.Eğer iyi bir insan olabilirseniz gerisi için endişe etmenize gerek kalmaz.'

Bunlar benim en çok aklımda kalanlar,beni en çok etkileyenler,üstelik taşları yerine oturtmamı sağlayan bir zamanlamayla bana geldiler,yine bunu bekliyormuşum.

Bekle ve yaşa.   
Emek ver ve sabırı öğren. 
Kendi mutlu bulutunu bul.